Üzerlerini çizdiğim harfler için özür diliyorum senden.
Sen ki, kaç nefes tuttun bir harfi özenle damlatırken avuçlarıma ve kaç nefesten oldun bir harf kadar değerli? Ne sen biliyorsun sayısını ne de ben. Her şeyin sayısını bilene bırakalım bunu istersen. Ömrüne nefes verecek yine O’dur nasılsa!
İstemeden oldu her şey, bir kazaydı tüm olanlar demek isterdim sana. Ama hayır, bu sefer özen göstereceğim söylediklerime ve yalandan kaçınacağım. Yalandan kaçınmak için henüz yaşımın erken olduğunu düşündüm hep. Biliyorum, düşünerek bu kadar geç kalamazdı hiç kimse. Şimdi geç kalınmış doğrularımı dillendirmek için çocuksu bir cesarete sahibim. Evet, her şey isteyerek oldu. Her şeyi isteyerek yaptım. İsteyerek çizdim harflerin üzerlerini, isteyerek kararttım damlayan çizgilerini.
“Neden?”
Diye soruyorsun, duyabiliyorum. Anlatacağım. Anlatacağım ve üzerlerini çizerek öldürdüğüm harfler dirilip katilim olacaklar. Sonra bir musalla taşında yatarken ben, tümü dillenip, iyi bilirdik, diyecekler ardımdan, dinleyeceğim ve inanmayacağım. “Hepiniz mi? Öyleyse neden öldürdünüz beni?” diye soramadan söz bırakacak dilimi. Sonrası malum. Üzerlerini karalamadıklarım kaldıracaklar omuzlarına beni ve üzeri karalanmışlar takip edecekler sessizce omuzlar üzerinde gideni. Sözün bittiği yerde, toprakla üzerimi kapatacaklar. Son kez okunacaklar benim için ve yavaş yavaş kaybolacaklar. Yalnız kaldığında insan da harfler kadar anlamsız olabilir, anlayacağım.
Sen şahitsin. Ne kadar çok anlattım sevinçlerimi, mutluluklarımı, hayallerimi, aşklarımı. Anlattıkça fark ettim ki, hep aynı harflere sığdırıyorum içimdeki kıpırdanmaları. Bu farkındalık, bir gün avucumdaki sesi çıkmamış harfleri dillendirmeme neden oldu. Kullanmadığım harflerle, anlatamadıklarımı anlatmaya başladım. Anlatamadıklarım ete kemiğe büründüler anlatıldıkça. Kanadılar, ağladılar. Sözün kanaması, harflerin ağlaması korkuttu beni. Hayır, yalan söylememeliyim! Korktuğum aslında mutsuzluklarımın, yüreğimin kanamalarının, ağlamalarımın, küskünlüklerimin, gerçekleşmeyen bekleyişlerimin, arada kalmalarımın, terk edilmelerimin, kaybedişlerimin beni hece hece takip etmesiydi. Yine de anlatmaya devam ettim, korkarak. Bir zaman sonra soluklanacak bir nokta bulamadığımda, artık vakti gelmişti. Onlar beni öldürmeden ben öldürmeliydim onları. Karaladım üzerlerini özensizce. Kan, gözyaşı ve bir yığın feryadın arasında, öldürmenin cinnet halini yaşadım şuursuzca. Sonra hiçbir ayinle onurlandırmadan onları, gömdüm kalbimin en karanlığına ve en derinine. Kötü adam olmak bu kadar kolaydı işte.
Sana bunları anlatıyorum çünkü...(gerisini söylemek zor)
Kalbimin en karanlığında ve en derininde, senin için güzel bir anlatı bırakıyorum giderken. Korkma derin karanlığından kalbimin. Yaklaş. Dipte kalanlar bekliyor olacaklar seni. Ve sen ulaştığında bestelenmiş oratoryosuna harflerin, kalbimin en karanlığı ve en derini kalmayacak. Ben, o anda mutluluktan ağlıyor olacağım. Sen, nefes almadan çizdiğin harflerin acılarını, isyanlarını, gözyaşlarını, özlemlerini dinliyor olacaksın bir başkasının dilinden.
Çok sesli bir koro çalsın oratoryosunu harflerin. Bir kez de öyle dinle mutlulukları, mutsuzlukları, aşkları, kaybedişleri. Sana tek bırakabileceğim bu!
Hattat, ben ölüyorum. Öldürdüğüm ve katilim olan harflerle beni bir duada buluştur diye anlatıyorum sana bunları. Bir duada buluştur bizi ve helalleşelim. Kaybetmenin güzelliğinde neşelenelim.
Hattat, nefeslen artık ve hakkını helal et!
Ölüm sonunda cümlenin ve ben noktayı seslendirdim.