Kararan bulutların gökyüzünü işgaline aldırmadı. Çevresindeki insanlar hızlı adımlar atmaya başladılar. Koşar adımlar. İnsanların yağmur damlalarıyla eriyeceklerini düşünmeleri, hatta bundan korkup kaçmaları aptalcaydı. Tüm insanlar aptaldı ama yağmurdan korkup kaçanlar daha da aptaldı. Ya da o, kendisi gibi düşünmeyenleri aptal yerine koyan bir geri zekâlıydı. Bu tartışılabilirdi. Ya da tartışmaya gerek yoktu: Bütün insanlar aptaldı, o ise geri zekâlıydı. Nokta. Bir damla yağmur burnuna isabet etti. Burnunun ucundaki yağmur damlasına baktı. “Bravo Tanrım, tam isabet,” diye seslendi gökyüzüne doğru. Yüzünde en Clark Gable bakışı vardı. Burnunun ucunu es geçen diğer birkaç damla yola düştü ve trafik çözülmesi zor bir altyapı problemine dönüştü. “Yaya olmak güzel şey,” diye düşündü. Yürümeye devam etti. Korna süsü verilmiş küfürler beyninde yankılanmaya başladığında içi kıpır kıpır oldu. Sağlam bir küfür de kendi etmeliydi. Ne zaman bir küfür duysa, duyduğu küfürden daha kısa ve daha etkili bir küfür bulmaya çalışırdı hep. Yine öyle yaptı. En kısa ve en etkili küfrünü bulmaya çalıştı. Deneme bir..Deneme iki..Sonunda buldu ve hemen ses verdi küfrüne: …..
Küfür yanından geçen kadının kulağına takıldı. Dönüp baktı kadın. Hatta içinden bir şeyler bile söyledi. Demek ki bulduğu küfür kısa ama çok etkiliydi. Gülümsedi. Bir sigara çıkardı paketinden. Kalan son kibritiyle ateşe verdi tütünü. Sigarasından derin bir nefes aldı. Yağmur damlaları ahmakıslatana dönüşmüştü. Yürümeye devam etti. Kitapçının hemen karşısındaki duvarın dibinde kuru bir yer aradı kendine. Kuru yer bulmak önemliydi. Ne de olsa insanoğlu altının ıslak olmasından hazzetmezdi. Yağmur altında sırılsıklam olmuş olsa bile. Sonunda oturabileceği kuru bir yer buldu ve oturdu. Sigarasını söndürmüştü. Kafasındaki eski püskü şapkasını çıkarıp önüne koydu. Üzerindeki hayli yıpranmış ceket mi gömlek mi olduğu belli olmayan bez parçasına biraz daha sarınıp beklemeye başladı. Bilindik dilenci yalvarmalarına bir türlü dili dönmeyen bu adamın sessizliği, yüzündeki çizgilerin dillenmesine, gözlerindeki soluk renklerin canlanmasına sebebiyet veriyordu. Gözleri sürekli şapkasındaydı. Bu, belki de şapkaya atılan her para ile utancını kanatmaya yarayan bir işkence yöntemiydi. Kim bilir! Yağmur yağmaktan yorulmuş olmalı ki kesilmişti.
*
Adam yüzünü şapkasından kaldıracak oldu. Bir çift kahverengi çizme gördü şapkanın biraz ötesinde. Hemen başını eski yönüne doğru çevirdi. Önce şapkasına para bırakacak sıradan çizmelerden biridir diye düşündü. Bekledi. Şapkaya para filan düşmedi. Meraklandı. Kafasını şapkasından kaldırdı. Hâlâ oradaydı. Kahverengi deri çizmelerin üzerindeki yağmur damlalarına baktı bir süre. Her şey çok hareketsizdi. Tedirgin ve meraklı bir hâlde kaldırdı kafasını hareketsizliğe karşı gelerek. İlk kez dilenirken biriyle göz göze gelecekti. Utancı ve merakı el ele vermiş, kalbini sıkıştırıyorlardı. Göz göze geldiler. Dilenci, gökkuşağının gölgesinde oturduğunu hissetti birden. Kalbi ferahladı. İçinden “Tanrım, iyiki varsın,” diye geçirdi. Kahverengi deri çizmelerin sahibi elindeki kitabı uzattı adama. Dilenci uzandı ve aldı kitabı. Kahverengi deri çizmeler kayboldular çabuk adımlarla. Dilenci şaşkındı. Önce kitaba şöyle bir göz attı. Bir numara, bir adres aradı. En azından bir isim. Kitap hayranlık uyandıracak derecede temizdi, çiziksizdi. Üzüldü dilenci. “Belki de çözmem gereken bir şifre var kitabın içinde,” diye düşündü. Bu düşüncesine başka zaman olsa katıla katıla gülerdi. Şimdi? Şimdi durum farklıydı. Bir umut okumaya başladı kitabı. Bir dilenciyi ilk kez kitap okurken gören insanlar şaşkındılar. Bazısı durup öylece dilenciye bakarken, bazısı dilencinin fotoğrafını çekiyor, görüntüsünü kaydediyordu. Bu akşam sosyal paylaşım ağlarının bir numaralı konusu bu dilenci olacaktı. Hiç kuşkusuz! Belki televizyona bile çıkardı. Dilenci kimseye aldırış etmeden okumaya devam etti. Okudukça daha çok okumak ve kahverengi çizmeli gizemi hakkında bir ipucu elde etmek istiyordu. Okudu. Daha çok okudu. Hiç okumadığı kadar çok okudu. Okuduğu her cümle dilenciyi aramızdan alıyor ve başka bir zamana götürüyordu. Artık bir dilenci değildi. Yüzündeki ifade, bunu insanlığın kırışıksız suratına vuruyordu. Dilenci son sayfayı da bir solukta okudu. Kitabın kapağını kapattı. Gözlerini yumdu. Bulunduğu zamandan aramıza dönmeye hiç niyeti yok gibiydi. Dilenci için artık her şey çok netti. Hafifçe araladı gözlerini. Kahverengi çizmeleri gördü tekrar şapkasının yanında. Kaldırdı kafasını. Kahverengi çizmelerin sahibi eğildi. Kitabı aldı elinden dilencinin ve çabuk adımlarla kaybolmaya başladı. Dilenci kahverengi adımların ardından bağırdı:
“Maria Puder, mavi gözlü olmalı”
Sokaktakiler dilenciye baktılar. Hiçbirinin mavi gözleri yoktu.
0 yorum:
Yorum Gönder