ZEYNEP GÜLÜMSERKEN


Bayram sabahına uyanmak gibisi yoktur. Kulağımda Barış Manço’nun sesi yankılanır: “Bugün bayram erken kalkın çocuklar.” En afili gömleğimi, yeleğimi, çizgili gri takım elbisemi; gıcır gıcır bayramlıklarını giymek için can atan çocukların heyecanıyla giyerim. Zeynep benim bayram sabahları çok daha yakışıklı göründüğümü söyler. Gülümserim. Bir öpücük kondururum yanağına. “İyi bayramlar karıcım.”

Bayram namazı için evden dışarı adımımı atarım. Ayağımda boyalı kunduralarım. Sabahın nefesi saçlarımı okşar. Kuşların beni takip ettiğini bilirim. Sokakta, hiç tanımadığım küçük bir çocuk elimi öpmek ister. Alışkanlık, elimi hızla geri çekerim. Kocaman sarılırım küçük çocuğa. Uzun beyaz sakallarım çocuğun yüzüne değer. Çocuk gıdıklanır, gülmeye başlar. “İyi bayramlar dede.” Cebimden en tatlı şekerlemeleri çıkarırım. “İyi bayramlar çocuk.” Babası elinden tutar çocuğun ve niyet ederler bayram namazını kılmak için adım atmaya. Eşlerini namaza gönderen kadınlar 9/8 lik türküler eşliğinde kahvaltı sofrası hazırlamaya başlarlar. Neşeleri evden dışarı taşar, sokak sokak yayılır. Annelerin söylediği türküye kızları da katılır:

“Dolama dolamayı
Getirin bağlamayı
Nerden öğrendin hanım
Sen oyun oynamayı.”


Cami tıklım tıklım doludur. Dışarı serilmiş hasırların birinde yer bulurum kendime. Bayram namazı kılınır. Duadan sonra büyüğünden küçüğüne herkes bayramlaşmaya başlar. Birbirini hiç tanımayan insanlar, birbirleri için en içten dileklerde bulunurlar. Kucaklaşırlar. Büyüklere hürmet edilir. Küçükler sevindirilir. Cami çıkışında sabahın nefesi yüzümde dolanır, yine saçımı okşar. Zeynep kahvaltıyı hazırlamıştır, diye geçiririm içimden. Adımlarımı hızlandırırım. Arabanın biri yanıma yanaşır. İçindeki delikanlılardan biri seslenir:

“Amca, gideceğin yere kadar bırakalım.”

Bu zamanda kimse kimseye güvenmez. Ancak bayramlar bu zamandan değildirler. Binerim arabaya. “Ömrünüz bol olsun evlatlar.” Eve gelene kadar muhabbet ederiz delikanlılarla. Dertleri çoktur gençlerin ama gülmesini bilirler, hayal kurmasını da. Evin kapısına varınca araba durur. Cebimdeki şekerlemelerden uzatırım delikanlılara. Şeker, delikanlılığı bozmaz nasılsa. Bayramlaşırız. Devam ederler yollarına.

Evin kapısını açarım. Telefon çalmaya başlar. Zeynep’e seslenirim. Duymaz. Telefon çalmaya devam eder. “Alo” derim en acemi halimle. Tanıyamam önce arayanı. “Benim öğretmenim, Yasin. Şanlıurfa Siverek’ten. Öğrenciniz.” Hatırlamaya başlarım. Siverek’te öğretmenliğimin ilk yıllarında okuttuğum öğrencilerim gelir aklıma. “ Yasin. Hatırladım oğlum. Nasılsın?” Telefonumu bilinmeyen numaralardan almış. Ankara’daymış. Beni görmek istermiş. Mümkünse bugün. Ne kadar mutlu oldum, anlatamam. “Elbette Yasin, elbette.” Evimin adresini veririm Yasin’e. Telefonu kapatırım. İçim içime sığmaz. Zeynep konuştuklarımızı duyar. Gülümser. Kahvaltılıklar masanın üzerindedir. Çayı demlerim. Canım kızarmış ekmek çeker. Kızartırım. Zeynep ile oturur bir güzel kahvaltı ederiz. Kızarmış ekmeğe reçel sürerim. Afiyetle yeriz. Zeynep, kızarmış ekmeğin üzerine sürdüğüm gül reçelim.

Kapı çalınır. Ayaklanırım. Üç sevimli kız çocuğu. Ellerinde şeker torbaları.“İyi bayramlar dede” derler hep bir ağızdan. Hepsini yanaklarından teker teker öperim. Şekerleri atarım torbalarının içine. “İyi bayramlar çocuklar.” Kız çocuklarını hep daha çok severim. Aradan epey zaman geçer. Şeker toplayan çocuklar yorulmuş olmalılar ki, evin kapısı epeydir çalınmaz. Zeynep sessizleşir. Gözlerime tatlı bir uyku çöker. Bayram rüyalarından birine dalmak üzereyken kapı çalınır. Üzerimdeki uykunun verdiği sersemliği çıkarır bir kenara atarım. Kapıyı açarım. Karşımdaki adam kırk yaşlarında var. “Öğretmenim” der. Kırk yaşlarındaki birinin bana ilkokul çocuklarının ağzıyla “öğretmenim” demesi garibime gider. “Yasin” derim. Kucaklaşırız. En son otuz üç sene önce kucaklaştığımızı anımsarız. Daha da çok sarılırız birbirimize. Elimden öpmek ister. Alışkanlık, elimi hızla geri çekerim. İçeri buyur ederim. Zeynep görür Yasin’i. Gülümser. “Hiç değişmemişsiniz öğretmenim” der Yasin. “Yaşlandık be evlat, yaşlandık” derim en babacan halimle. Anlatmaya başlar Yasin. Nisan ayında çıkarmış Siverek’ten. Eylül’e kadar Konya’da şeker pancarı sularmış. Altı tane çocuğu varmış. Üçü kız, üçü erkek. Allah bağışlasın. Bayramda işler yüzünden memlekete gidememiş. Buruk bir bayram geçirdiği yüzünden belli. Sağolsun, telefonumu bulunca beni görmek istemiş. Bayrama da denk gelince böyle şenlikli olmuş işte. Sohbetimiz ilerler. Otuz üç sene evvele döneriz beraber. Sonra bir sessizlik alır tüm sözcüklerimizi dilimizin ucundan. Kafamızın içinde onlarca anı bir film şeridi gibi akmaya başlar yavaş yavaş. Gözlerimiz halıdaki desenlere takılır. Desenler olur bana Osman amca, Halime nine, Mehmet, Yusuf, İbrahim ve daha niceleri. Yasin sessizliği bozmak ister:

“Yenge hanım yoklar mı?”

Usulca bakarım Yasin’in gözlerinin içine. Yasin yanlış bir şey söylemiş gibi susar. Önüne bakar. Utanır. “Görmüyor musun, işte tam şurada, şurada ve şurada ” diye gösteririm elimle Zeynep’i. Yasin elimle gösterdiğim yerlere bakar. O zamana kadar dikkat etmediği irili ufaklı onlarca fotoğrafa dikkatlice bakmaya başlar. Şaşkınlıkla çevirir gözlerini bana. Bir şey söyleyemez. Hiçbir şey anlamadığı gözlerinden anlaşılır. Gülümserim.

Zeynep gülümser.

Dergâh Dergisi/251

0 yorum:

Yorum Gönder