YÜRÜYELİM

Bir sırt çantasına sığdıralım damarlarımızda akan deli kanı. Öfkemiz kine dönüşmeden düşelim yollara. Kimsenin bilmediği saatlerde atalım adımlarımızı akrepten yelkovana. Her adımımızda öfkemiz kabarsın. Her adımımızda büyüsün yüreğimiz. Yürüyelim!..

Dolunay söndürmüş olsun yıldızları karanlıkta. Göz göze gelelim. Ben bir parça koparayım dolunaydan, sen ise kandil yap onu yollarımıza. Dolunay da ortak olsun öfkemize, öyle yürüyelim!..
“Neden bu kadar öfke?”

Diye soranlar olacak sevgilim. O vakit kuralım fakir soframızı tüm soruların kalbine. Paylaşalım öfkemizi kuru ekmeği paylaşan dervişler misali. Bir de sırtlandığımız deli kanımızdan ikram edelim soru soran dillere. Halil İbrahim sofrası olsun soframız. Anlayacaklardır bizi.

Unutmayalım sevgilim. O’nun “şahit ol” demesini unutmayalım. Hapsetmeyelim renkli kutular içine şahitliğimizi. Çürümesine izin vermeyelim zindanlarda. Öfkemizin ortağı ay yarıldığında, anlayalım: Umut vardır. Adalet yakındır.

Dolunay bıraksın söndürmüş olduklarını. Hilal eşlik etsin yıldızların ışıltısına. Biz, sırtımızı verelim küçük çocukların gözyaşlarıyla ıslanmış toprağa. Öfkemiz, çocukların gözyaşlarını kanatanlara! Öfkemiz, insanlığın gözyaşlarını kanatanlara! Şahidiz biz kanayan tüm gözyaşlarına. Öfkemiz söz istesin. Ama biz konuşmayalım. Lal olsun dillerimiz. Yansın içimiz. Kavrulsun. Gözümüzü hiç yummadan bakalım semaya. Öfkemize ortak edelim gökte ne var ne yoksa. Yıldızları dağıtalım çocuklara. Bosna’daki, Kudüs’teki, Urumçi’deki, yeryüzündeki tüm çocuklara. Güldürelim hepsini.
Artık devam etmeliyiz yolumuza sevgilim. Öfkemiz dünya ile yaşıt ve dünya kadar yaşayacak.Yürümeliyiz!
Ben tutayım ellerinden hilalin, sen ise kandil yap onu yollarımıza.
Yürüyelim!..

HOŞGELDİN

Önce gergin bekleyişlerini tut avuçlarında. Midenden başlayıp tüm vücuduna yayılan krampları yatır ameliyat masasına. Bir o yana bir bu yana attığın adımlardan çıkan sesleri yakala. Kaydet bir taş plağa. Kalbini zapt etmeye çalışma. Bırak güvercin misali kanat çırpsın her nefes alışında.
Sana sadece beklemek kalsın. Bekle! Sadece bekle!
Sonra bir ağlama sesi duy kapıların ardında. Bırak tüm söylediklerimi. Karala üzerlerini. Sen gözyaşını icat et sadece. Bırak o da aksın sen gülümsedikçe. Damla damla ıslat avucundaki ağlamaları. Hisset küçük kıpırdamaları. Kokusundaki tüm ‘merhaba’ları çek içine. Şimdi, eşlik et esen rüzgârlara ve fısılda ilk ninnisini kulağına:

" 'Masmavi şafağın rüyasında' gelen, hoşgeldin masalıma!"

TOPRAK KOKSUN ELLERİN!

Sigarasını yaktı. Yanan tütünün rayihası kapladı etrafı. Her sigara yakışında olduğu gibi yine onun sesine büründü duman:
“Bu koku için bile içilir bu melet!”
Gülümsedi. Derin bir nefes çekti sigarasından. Rayiha kayboldu, epeyce duman bıraktı geride. Epeyce bağımlılık.
Duman ve bağımlılığın arasında ellerini fark etti bir an. Çamurluydu avuç içleri, tırnakları ise kirliydi. Hepsi onu tutamadığında oldu. Nasıl tutabilirdi ki? Bir melek gelip kanatlandırdığında en sevdiğini, nasıl tutunabilirdi ki onun ellerine 'gitme!' diye? Tutunamadı da zaten. Tutamadı da. Beyaz bir gözyaşı bırakabildi sadece avucuna en sevdiğinin. Bir de toprak serpti üzerine. Çok sevdikleri gibi koksun diye. Toprak koksun diye.
İşte her şey o anda oldu. Toprak ete kemiğe büründü avuçlarında. Güzel bir kadın gezindi tüm çizgilerinde ellerinin. Kadın toprak koktu. Elleri toprak koktu. En çok da toprak kokusu yakışırdı kadına ve bir de ellere!..
Son bir nefes çekti sigarasından. Aynı kadın dumana karıştı bu sefer ve bir nefes gibi bıraktı kendini çarçabuk. Toprak kokusu kayboldu, çamur kaldı geriye. Epeyce duman kaldı bir de, epeyce bağımlılık, epeyce yalnızlık!..