MAVİ


Bir saatten fazladır lapa lapa kar yağıyordu. Ankara’nın tüm sokakları kardan motiflerle örülmeye başlanmıştı.
Sigara içmek için terasa çıktım. Genç bir adam elindeki kürekle terasın zeminine birikmiş olan karı temizlemeye çalışıyordu. “Kolay gelsin” diyerek yanından geçtim. Kafasını kaldırmadan “Eyvallah” dedi ve elindeki küreği beyaza boğdu.

Sigaramı yakıyorum ve derin bir nefes çekiyorum. Dumanı kendi ciğerlerimden geçirip Ankara’nın ciğerlerine salarken birkaç kar tanesini yolundan ediyorum. Yüksel caddesine bağlanan sokakların tümü neredeyse bembeyaz olmuşlar. Birkaç sokakta ise arabaların erittiği karların suları bir rögara doğru uygun adımda yol alıyorlar. Çocuklar ya kardan adam yapıyorlar ya da kartopu oynuyorlar. Sevgililer, siyah beyaz bir fotoğrafın kadrajından ayak izlerini bıraka bıraka uzaklaşıyorlar. Yüksel caddesinin heykelleri, amatör müzisyenlerin ezgilerine kulak misafiri oluyorlar. Kestanecinin önündeki kalabalığın yanı başında duran bir kadın ise daha önce hiç kar görmemiş birisi gibi şaşkınlıkla eline bir avuç kar alıyor. Çok kısa bir süre sonra şaşkınlığının yerini kahkahalara bırakıyor. Gülümsüyorum.

Sigaramdan bir nefes daha aldım. Şimdilik Ankara’nın ciğerlerine ısmarladığım son kanserli nefesimdi bu. İzmariti çöp kutusunun içine birikmiş olan karların üzerine diktim. İçeriye girdim. Beni elinde gitarı ile Souad Massi karşıladı: Ghir Enta..Souad Massi’nin de yalnızca beni sevdiğinden şüphem yoktu. Hiç sesimi çıkarmadım ve sigara içmeden önce oturmuş olduğum masaya geri döndüm. Yanıma gelen delikanlı bir isteğimin olup olmadığını sordu.

“Sade bir Türk kahvesi” istedim. Delikanlı başıyla ‘peki’ anlamında bir hareket yaparak yanımdan ayrıldı. Kahvenin gelmesini beklerken etrafımı izlemeye koyuldum. Karşımda epeyce kitaba sahip bir kitaplık, ortada birkaç masa ve onları çevreleyen sedirler vardı. Duvarlar film afişleri, tablolar, hat sanatı örnekleri ile kaplıydı. Burada her türden insana rastlamak mümkündü: Yaşlılar, gençler, bedeni yaşlı olup ruhu genç olanlar, bedeni genç olup ruhu ihtiyar olanlar… Her türden insanın mekânı aynıydı ve herkes halinden memnun gibiydi.

Her bir masaya göz ucuyla misafir olurken dış kapının açıldığını fark ettim. Genç bir adam ve adamın koluna girmiş benim yaşlarımda bir kadın yavaş adımlarla içeriye girdiler ve buldukları boş bir masaya oturdular. Kadın, adama teşekkür eder gibi hareketler yaptı ve bunun üzerine adam gülümseyerek kadının yanından ayrıldı. Kadın üzerindeki paltoyu çıkarırken göz göze geldik. Biraz sonra bir kez daha göz göze geldik ve daha sonra bir kez daha. Bu arada kahvem gelmişti ve ben neredeyse telveye ulaşmıştım. Kahveyle birlikte servis edilen sudan bir yudum alırken yine göz göze geldik. Az kalsın bir kaşık suda boğuluyordum. Kadın, benim boğularak ölmeme pek aldırış etmedi. Hatta oralı bile olmadı. Üzüldüm mü şaşırdım mı bilmiyorum. Öksürürken kadının, biraz önce şaşkınlık içinde bir avuç karı eline alan ve sonra kahkaha atarak beni de gülümseten kadın olduğunu fark ettim. İhtiyar zihnim ölmek üzereyken canlanmıştı. Kadına uzun uzun baktım. O, bana kısa kısa bile bakmadı. İçimdeki “kalkıp kadının yanına gitme” isteği gittikçe büyüyor ama yeni yetme liseli âşıklar gibi utanıyordum. Üstüne üstlük şimdiye kadar hiçbir kadının yanına da gitmemiştim. Narkissos kadar yakışıklı bir adamdım ve bulunduğum ortamdaki tüm kadınların ilgisini çekebiliyordum. Bu nedenle ben, dediğim gibi dostlarım, hiçbir kadının yanına gitmedim. Onlar hep yanımdaydılar zaten. İhtiyarlamış olsam da bu değişmezdi. Değişemezdi.

Ancak bu sefer durum farklıydı. Bu kadının yanına gitmekten, sesini duymaktan başka bir şey düşünemiyordum. Bu, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir duyguydu. Ayağa kalktım. Oturduğu masanın yanından geçtim ama beni fark etmedi. Merdivenlerden aşağıya indim. Her yer bembeyazdı. Hiç tereddüt etmeden beyaza karıştım. Güzel bir kartopu yaptım ve yukarı çıktım. Elleri masanın üzerindeydiler ve dua eder gibi açık duruyorlardı. Semayı avuçlarına sığdırmış gibiydi. Oturduğu masaya yanaştım ve kartopunu avuçlarına bıraktım. Önce irkildi. Kafasını bir o yana bir bu yana oynatarak beni bulmaya çalıştı. Göz göze geldik. Allah’ım gözleri ne kadar da maviydi. Sonra kafasını avuçlarına doğru yaklaştırdı. Ellerini kartopunun üzerinde gezdirdi. Gülümsediğini fark ettim.

“Bunu kim koydu avuçlarıma?”

Diye sordu. Şaşırmıştım. Ben, diyebildim sadece.

“Siz de kimsiniz?”

“Ben..Ben Nadir Narkoz”

“Niçin avuçlarıma koydunuz bunu?”

“Ben sadece… Biraz önce sizi gördüm. Elinize bir avuç kar aldınız ve kahkahalar attınız. Bu da hoşuma gitti. Sizinle tanışmak istedim sadece.”

Sessizlik kısa, hissedilen sessizlik ise epey uzundu.

“Eğer sizi rahatsız etmeyeceksem oturabilir miyim?”

Diye sordum. Bu kadında beni kendine her ne çekiyorsa gerçekten çok kararlıydı.

‘Buyrun’ der gibi bir el hareketi yaptı. Ya da ben öyle algıladım. Karşısındaki sandalyeye oturdum. Ellerini hâlâ kartopunun üzerinde gezdiriyordu.

Kadın kafasını kaldırdı. Göz göze geldik.

“İçinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derin gözleri vardı.”[Nazan Bekiroğlu/Nun Masalları]

“Karşımda mı oturuyorsunuz?”

Diye sordu. Yine şaşırmıştım. Evet, dedim sadece. İhtiyar zihnim durumun ciddiyetini geç algılamıştı. Kadın görmüyordu. Kördü.

Demek o yüzden birkaç defa göz göze gelmemize rağmen beni görmezden gelmişti. Demek beni bu yüzden fark etmemişti. Zaten beni görmezden gelebilecek tek kadın, kör bir kadın olmalıydı, diye geçirdim içimden. Yüzümde en pis gülümsemem.

Uzunca bir süre anlattı. Sesi de gözleri kadar etkileyiciydi. Karın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmemiş. İlk kez bugün dokunmuş ömrünce görmediği beyaza. Beyazın da nasıl bir renk olduğunu bilmiyormuş tabi. Aslında biliyor da olabilirmiş. José Saramago’ya göre körlük beyazmış. Kar da böyle bir beyazsa eğer, evet karın rengini biliyormuş. Arkadaşları hep ona kitaplar okurlarmış. Saramago’yu da oradan biliyormuş. Aslında karın rengini çok da önemsemiyormuş. Karın soğuk ama yumuşak olmasını sevmiş, mış, miş… Bu anlattıklarının arasından sadece adının Nergis Yankı olduğu dikkatimi çekmişti.

O konuştu, ben gözlerinin içine baktım. O konuşmaya devam etti. Ben, gözlerine biraz daha yaklaştım. O konuştukça ben gözlerine daha da çok yaklaştım. Artık nefesini hissedebiliyordum. O da benimkini hissediyor olmalıydı. Daha fazla konuşmadı. Dudaklarımız yavaşça birbirine değdiğinde, o hep açık olan masmavi gözlerinde kendi yansımamı gördüm.

İşte o anda hem kendime hem de Nergis Yankı’ya ihanet ettim.

Kendimi geriye doğru çektim. Bir tek kelime bile etmeden yanından ayrıldım. Nergis’in masmavi gözlerindeki ‘ben’ e âşık olmuştum. Korkmuştum. Eve doğru koşar adımlar attım. İhtiyar ciğerlerim bir süre sonra adımlarımı normalleştirdiler. Sonunda eve vardım. Kapıyı açtım. Karşımdaki boy aynasında kendime baktım. Aynadaki ‘ben’, âşık olduğum ben değildi. Geriye, Nergis’in yanına dönmek istedim. Beni alıkoymaya çalışan vicdanımın kalbine yakın mesafeden tek el ateş ettim. Biraz önce geçtiğim sokaklardan, caddelerden bir kez daha geçtim. Kara bata çıka az önce oturduğumuz mekâna ulaştım. Nergis’i bir türlü göremedim. Demek ki gitmişti. Delirmek üzereydim. Kendini uyuşturamamış bir uyuşturucu müptelasından farksızdım. Tekrar aşağıya indim. Kar etkisini azaltsa da her yer alabildiğine beyazdı. Bir o yana bir bu yana koşturarak Nergis’i aradım. Çok uzun süre aradım. Birden karın içine uzanmış birini gördüm. O tarafa doğru koşturdum. Her adımda Nergis’i daha rahat seçebiliyordum. Evet evet, bu O’ydu. Yanına vardım. Karların arasında deliksiz bir uyku çekiyor gibiydi. O hiç kapanmayan masmavi gözleri ise kapalıydı. Hayal kırıklığı yaşıyordum.

“Nergis Nergis, uyan” diye bağırdım. Uyanmadı. Omuzlarından tutup sarstım. Yine uyanmadı. Göz kapaklarını kaldırmaya çalıştım fakat başaramadım. İhtiyar zihnim durumun ciddiyetini anlamıştı ama salağa yatıyordu. Nergis, onurunun ayaklar altına alınmasını kalbine kabul ettirememişti anlaşılan. Ya da bana olan karşılıksız aşkının acısına dayanamamıştı. Her iki durumda da sonuç aynıydı: Nergis ölmüştü. Gözlerinin ardındaki ‘ben’le birlikte ölmüştü. Nergis’in kirpiklerine birikmiş olan karı gözyaşlarımla erittim. Mavide kaybolan ‘ben’ e ağıtlar yaktım.

Kar, yağmayı bırakmış ve erimeye başlamıştı. Nergis’in yanına uzandım. Kar mı soğuktu yoksa ölüm mü? Hissedemedim.
Gözlerim kapandı.
Eridim.Kar suyuna karıştım.
ve Bittim...