Hemen önünde oturan kızın ne biraz önce gerilen sinirlerden ne de uğultudan haberi vardı. Kulağındaki kulaklık, otobüsle olan ruhani tüm bağını almış, götürmüş bir müzik kutusuna zincirlemişti. Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam kulaklıktan yükselen cızırtılı seslerin hangi parçaya ait olduğunu anlayamadı. ‘Aman, boşver’ dercesine bir ağız hareketiyle kafasını kulaklıktaki seslerden aldı. Sol tarafında, en arka koltukta oturan, görünüşlerinden, ellerindeki kitaplardan üniversite öğrencisi oldukları anlaşılan iki gence kulak verdi. İş bulma konusundaki yoğun endişelerinden anlaşıldığı kadarıyla son sınıf öğrencisiydiler. Ya iş bulamazsam, ya şu olmazsa ya bu olmazsa, gibi tonlarca laf ettiler. Para kazanmanın zorluğu şimdiden dert olmuştu içlerine. Ama bir yandan da gelecekleri hakkında pembe düşler kurmayı ihmal etmediler. Genç olmak güzel şey, vesselam! Tam o sırada otobüsün içinde oynak bir ezgi duyuldu. Yaşlı bir teyze çantasından çıkardığı 9/8 lik Rumeli havasına cevap verdi:
“Alo..He yavrum otobüsteyim,geliyorum. Sen konuştun mu o gelin olacak…Tövbe tövbe!..Tamam oğlum tamam. Hadi görüşürüz.”
Yaşlı teyze telefonunu kapatır kapatmaz yanındaki kadına döndü ve gelinini anlatmaya başladı. Tüm otobüs gelinin dedikodusunu dinliyordu. Yaşlı teyze anlattıkça anlattı. Öyle şeyler anlattı ki, gelin o an otobüse binse koca bir otobüs yüzüne tükürürdü. Hemen arkalarında oturan aksakallı dede “Hanım, kadının arkasından konuşma. Ayıptır, günahtır.”
Dedi. Yaşlı kadın aksakallı dedeyi umursamadı. Sadece “senin başında da böyle bir tanesi olsun, görelim konuşuyor musun, konuşmuyor musun?”
Dedi ve konuşmaya devam etti. Aksakallı dede "fesuphanallah" diyerek sustu.
Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam daha fazla dinlememeye çalıştı yaşlı kadının anlattıklarını. Çaprazındaki orta yaşlı iki adamın sesini duydu. Birisi, bunlar hep Amerikan oyunu. Ülke bölünüyor adam, daha ne olsun, diye feryat ederken diğeri, bu adamlar ne yapsa Amerikan oyunu diyorsunuz kardeşim. Başka bir şey bilmez misiniz siz?, diye cevap veriyordu. Parça parça olmuş zihinler, otobüsün ani fren yapmasıyla çarpıştılar. Bu çarpışmadan sonra kaybedilen birkaç beyin hücresiyle beraber tartışma hararetlendi ve daha da çıkmaza girdi. İkinci bir ani frende şoför otobüsü karakola çekebilirdi.
Yeniden bir telefon sesi duyuldu. “Allah belanı versin! Allah seni kahretsin!” diye bağıran telefonuna cevap veren yeni yetmenin üç dakika içerisinde allak bullak olan aşk(!) hayatına tüm otobüs şahitlik etti. İlk bir-bir buçuk dakikada kurulan “aşkım”, “hayatım” ile başlayan cümlelerin yerini son bir-bir buçuk dakikada “beni sinir etme”, “bir huzur ver yaaa!” gibi cümleler aldı. Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam, sabahın bu saatinde, telefonda kavga eden bir yeni yetme olmadığı için Tanrı’ya teşekkür etti.
Adam zar zor kapıya doğru döndü yüzünü. Hemen önündeki yolcudan düğmeye basmasını rica etti. Bu bunaltıcı, kavgalara, kaygılara, dedikodulara sahne olan otobüsten inebileceği için sevindi. Otobüs durağa yanaştı ve durdu. Kapı açıldı. İnsanların sırtlarından bir akışkanmış gibi süzülerek geçti ve aşağıya indi. Otobüs kapılarını kapattı ve yoluna devam etti. Henüz hiçbir iş yapmadan, oturan yirmi üç, ayakta sayısı belli olmayan hikâye/ler yormuştu kendisini. Hiç tanımadığı insanların kaygıları, kavgaları, dedikoduları havasız bir otobüse sıkışmış ve kendisi de bu otobüste kalakalmıştı. Derin bir nefes aldı. Otobüsün havasızlığı üzerine şehrin kirli havası bile iyi gelmişti. Etrafına bakındı. Pek iç açıcı olmayan yolculuğundan sonra kendisine tekrar yaşamanın güzel olduğunu hatırlatacak bir gülümseme yakalamaya çalıştı. Aradı, taradı ama bulamadı. Hayat koşuşturmacasının olmazsa olmazı olan zaman yönetiminin, insanların gülümsemelerini de ayarlı saatler içinde tutmasından korktu. İş yerine doğru birkaç adım attı ve durakladı. Kahkaha ata ata yürüyen adamı fark etti. Sokakta yaşayan, kimsesi olmayan bir meczuptu bu. Her gün yanından temkinli ve hızlı adımlarla geçtiği bu adamın, yaşamanın güzel olduğunu kendisine hatırlatmasına güldü. Gülmek delillik değilse, nedir?
Meczuba doğru birkaç adım attı. Bir delinin hatıra defteri bu adımlarla tutulmaya başlandı. Meczup şarap istedi. Adam gitti bir şişe şarap aldı. Sıkış tıkış yaşamını astığı kravatına sardı şarabı ve meczuba uzattı. Meczup, adamın yanından tüm şehri arkasında bırakarak güle oynaya uzaklaştı .
Şimdi tüm deliler gibi şehri bir kenara bırakıp gitme vaktiydi. Gitmeliydi, kalmamalıydı. Yaşamalıydı!..