GİT! KALMA BU ŞEHİRDE!..



Tüm siyahıyla gözlerinin ardına saklanan bir türlü hatırlayamayacağı rüyası bittiğinde gün yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Günün ilk ışıkları kirpiklerinde gezindi. Uyanmak istemedi önce. Beş dakika daha istedi kirpiklerine dolanan aydınlıktan. Ama bu isteğine alarm ret cevabı verdi tüm otoritesiyle. Gözlerini açtı isteksizce. Bir sabah ayinine dönüştürdüğü gerinmelerini gerçekleştirdikten sonra ayaklandı. Yarım yamalak topladığı yatağını bırakıp kafası önde, ayakları arkada banyoya doğru yürüdü. Soğuk su, uyku ile arasındaki tüm şiirselliği aldı götürdü. Uyku kendisini hayatın tam orta yerinde terk ettiğinde anladı acele etmesi gerektiğini. Üzerini değiştirdi. Saçları kısa olduğu için taraması gerekmedi. Bir el hareketiyle düzeltti saçlarını sadece. Kahvaltısını bir parça ekmek ve arasına sıkıştırdığı küçük bir peynirle yaptı. Evden alel acele çıktı ve otobüs durağına doğru yürümeye başladı.Durağa yaklaştığında uzun bir kuyruk gördü. İçinden her sabah yaptığı gibi bir araba almayı geçirdi. Bu, her sabahki gibi bir iç geçirmeden öteye gitmedi. Otobüs kuyruğunun en sonuna geçti. Birkaç dakika geçmeden sıranın ortalarına vardı. Güzel giyinmiş kadınlar, takım elbiseli adamlar, saçları sakalları birbirine karışmış, ellerinde kitaplarıyla üniversite öğrencileri, teyzeler, amcalar hatta küçücük ilkokul öğrencileri… Hepsi otobüsün uzaktan görünmesiyle kıpırdandılar. Hele şükür, diyen aksakallı dede herkesin duygularına tercüman oldu. Otobüs durağa yanaştı ve durdu. Hava kaçırır gibi bir sesle açılan otobüs kapısı, otobüsün kuyruğu himayesine almasıyla kapandı. Boş koltuklar birer ikişer doldu. Ayakta kalanlar otobüsün arka tarafına doğru çift sıra yaptılar. Otobüs hareket etmeye başladı. Ayakta kalanların arasındaydı. Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde durdu ve etrafını izlemeye başladı. Ayakta kaldığı her sabah yaptığı gibi önce otobüsün camından etrafı seyretti. Arabaları, otobüsleri, dolmuşları, bir o yana bir bu yana koşturan insanları izledi. Otobüs yavaşladı ve yine bir durakta durdu. Bu, kendisinin binmiş olduğu duraktan sonra vardıkları dördüncü duraktı. Otobüsün kapısı, sırtına aldığı insanları sağa sola iterek açıldı. Durakta bekleyenlerden bir veya ikisi binebilmeyi başardı otobüse. Dışarıda kalan iri kıyım bir adam, bir adım daha ilerleyelim arkadaşlar, diye seslendi. Biletçi, sağlı sollu yanaşalım, dedi ayağa kalkarak. Otobüsün ortalarındaki bir kadın, insan taşıyorsun be adam, yeter artık!, diye çıkıştı hem biletçiye hem şoföre. Kadının çıkışından destek alan birkaç delikanlı, kardeşim adım atacak yer mi var, gözün görmüyor mu?, diye söylendiler biletçiye. Biletçi cevap veremeden şoför girdi araya ve biletçiye sakin olmasını söyledi. İri kıyım adamın yüzüne kapıyı kapattı ve yola devam etti. İstisnasız her sabah yaşanan bu sinir harbi insanların psikolojilerini ne denli etkiler bilinmez ama bu olaydan sonra insanların dili çözülür.  O ana kadar otobüste duyulanlar, biletçiye para uzatılırken söylenen "şuradan bir kişi"  ve biletçinin arada bir sorduğu "parasının üstünü, biletini alamayan var mı?" sorusundan başka bir şey değildi. Ama o sinir harbinden sonra otobüste yavaş yavaş bir uğultu yükselmeye başladı.

Hemen önünde oturan kızın ne biraz önce gerilen sinirlerden ne de uğultudan haberi vardı. Kulağındaki kulaklık, otobüsle olan ruhani tüm bağını almış, götürmüş bir müzik kutusuna zincirlemişti. Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam kulaklıktan yükselen cızırtılı seslerin hangi parçaya ait olduğunu anlayamadı. ‘Aman, boşver’ dercesine bir ağız hareketiyle kafasını kulaklıktaki seslerden aldı. Sol tarafında, en arka koltukta oturan, görünüşlerinden, ellerindeki kitaplardan üniversite öğrencisi oldukları anlaşılan iki gence kulak verdi. İş bulma konusundaki yoğun endişelerinden anlaşıldığı kadarıyla son sınıf öğrencisiydiler. Ya iş bulamazsam, ya şu olmazsa ya bu olmazsa, gibi tonlarca laf ettiler. Para kazanmanın zorluğu şimdiden dert olmuştu içlerine. Ama bir yandan da gelecekleri hakkında pembe düşler kurmayı  ihmal etmediler. Genç olmak güzel şey, vesselam! Tam o sırada otobüsün içinde oynak bir ezgi duyuldu. Yaşlı bir teyze çantasından çıkardığı 9/8 lik Rumeli havasına cevap verdi:

“Alo..He yavrum otobüsteyim,geliyorum. Sen konuştun mu o gelin olacak…Tövbe tövbe!..Tamam oğlum tamam. Hadi görüşürüz.”

Yaşlı teyze telefonunu kapatır kapatmaz yanındaki kadına döndü ve gelinini anlatmaya başladı. Tüm otobüs gelinin dedikodusunu dinliyordu. Yaşlı teyze anlattıkça anlattı. Öyle şeyler anlattı ki, gelin o an otobüse binse koca bir otobüs yüzüne tükürürdü. Hemen arkalarında oturan aksakallı dede “Hanım, kadının arkasından konuşma. Ayıptır, günahtır.”

Dedi. Yaşlı kadın aksakallı dedeyi umursamadı. Sadece “senin başında da böyle bir tanesi olsun, görelim konuşuyor musun, konuşmuyor musun?”

Dedi ve konuşmaya devam etti. Aksakallı dede "fesuphanallah"  diyerek sustu.

Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam daha fazla dinlememeye çalıştı yaşlı kadının anlattıklarını. Çaprazındaki orta yaşlı iki adamın sesini duydu. Birisi, bunlar hep Amerikan oyunu. Ülke bölünüyor adam, daha ne olsun, diye feryat ederken diğeri, bu adamlar ne yapsa Amerikan oyunu diyorsunuz kardeşim. Başka bir şey bilmez misiniz siz?, diye cevap veriyordu. Parça parça olmuş zihinler, otobüsün ani fren yapmasıyla çarpıştılar. Bu çarpışmadan sonra kaybedilen birkaç beyin hücresiyle beraber tartışma hararetlendi ve daha da çıkmaza girdi. İkinci bir ani frende şoför otobüsü karakola çekebilirdi.

Yeniden bir telefon sesi duyuldu. “Allah belanı versin! Allah seni kahretsin!” diye bağıran telefonuna cevap veren yeni yetmenin üç dakika içerisinde allak bullak olan aşk(!) hayatına tüm otobüs şahitlik etti. İlk bir-bir buçuk dakikada kurulan “aşkım”, “hayatım” ile başlayan cümlelerin yerini son bir-bir buçuk dakikada “beni sinir etme”, “bir huzur ver yaaa!” gibi cümleler aldı. Otobüsün en arkasında, iniş kapısına sırtı dönük bir şekilde duran adam, sabahın bu saatinde, telefonda kavga eden bir yeni yetme olmadığı için Tanrı’ya teşekkür etti.

Adam zar zor kapıya doğru döndü yüzünü. Hemen önündeki yolcudan düğmeye basmasını rica etti. Bu bunaltıcı, kavgalara, kaygılara, dedikodulara sahne olan otobüsten inebileceği için sevindi. Otobüs durağa yanaştı ve durdu. Kapı açıldı. İnsanların sırtlarından bir akışkanmış gibi süzülerek geçti ve aşağıya indi. Otobüs kapılarını kapattı ve yoluna devam etti. Henüz hiçbir iş yapmadan, oturan yirmi üç, ayakta sayısı belli olmayan hikâye/ler yormuştu kendisini. Hiç tanımadığı insanların kaygıları, kavgaları, dedikoduları havasız bir otobüse sıkışmış ve kendisi de bu otobüste kalakalmıştı. Derin bir nefes aldı. Otobüsün havasızlığı üzerine şehrin kirli havası bile iyi gelmişti. Etrafına bakındı. Pek iç açıcı olmayan yolculuğundan sonra kendisine tekrar yaşamanın güzel olduğunu hatırlatacak bir gülümseme yakalamaya çalıştı. Aradı, taradı ama bulamadı. Hayat koşuşturmacasının olmazsa olmazı olan zaman yönetiminin, insanların gülümsemelerini de ayarlı saatler içinde tutmasından korktu. İş yerine doğru birkaç adım attı ve durakladı. Kahkaha ata ata yürüyen adamı  fark etti. Sokakta yaşayan, kimsesi olmayan bir meczuptu bu. Her gün yanından temkinli ve hızlı adımlarla geçtiği bu adamın, yaşamanın güzel olduğunu kendisine hatırlatmasına güldü. Gülmek delillik değilse, nedir?

Meczuba doğru birkaç adım attı. Bir delinin hatıra defteri bu adımlarla tutulmaya başlandı. Meczup şarap istedi. Adam gitti bir şişe şarap aldı. Sıkış tıkış yaşamını astığı kravatına sardı şarabı ve meczuba uzattı. Meczup, adamın yanından tüm şehri arkasında bırakarak güle oynaya uzaklaştı .

Şimdi tüm deliler gibi şehri bir kenara bırakıp gitme vaktiydi. Gitmeliydi, kalmamalıydı. Yaşamalıydı!..

LETHE


Zaman, dur artık!

Gel otur şöyle, biraz soluklan. Soluklan ve hatırla bana dair ne varsa. Yaşanmışlıklarımdan bahsediyorum yaşanmamışlıklarımdan. Biliyorum, hepsini sıkıştırdın ebced hesabıyla ulaşamadığım yıllara. Ulaşılamayan her yıl bir intihar, ölüm değil. İntiharlarımdan kurtar beni. Geriye al zebanilerini. Geriye, en geriye. Başladığımız yere. Hesabı bu sefer sen yap ve ben ulaşayım ölümlerime. İntiharlarımı bıraktım renkli paketler içinde zebanilerine..

Burası değil başlangıcımız. Burası cehennem. Burası sonumuz olmaya müsait. Burası bütün acılarımı tek bir gözyaşı ile yakabilecek kadar günaha sahip. Bütün günahlarım çığlık çığlığa. Ağlamak zor, ağlamak ızdıraplı. Gel oturalım Lethe’nin kenarına. Sen zebanilerini unut. Ben yaşanmışlıklarımı unutayım. Unutulmuş acılarıma hiç duyulmamış ağıtlar yakayım. Yaşanmamışlıklarımı bırakalım, yeniden başlasınlar hayata. Zebanilerin korkusundan, yaşanmışlıkların gölgesinden uzakta genişlesin yürekleri. İntihara uzak kalsınlar, ölüme yakın.

Biz burada kalalım, Lethe’nin kenarında. Boşaltalım kadehlerimizi tek yudumda ve yeniden dolduralım. Ben sana unutulan şiirler yazayım, sen tut ellerimden ve Lethe’nin sularında kaybolalım. Damla damla boğulalım. Dünyada ne unutulmuşsa ona karışalım.

Lethe’nin suyundan ne zaman bir yudum içilse, unutalım birbirimizi. Sen bir yabancının ellerinden tuttuğun için tedirgin ol. Ama bırakma ellerimi! Ölüm kadar yakınız birbirimizi hatırlamaya. Bırakma ellerimi. Yaşam kadar aşk var aramızda.

"Eğer intihar olasılığı diye bir şey olmasaydı, şimdiye kadar kendimi çoktan öldürmüştüm."( cioran)